Bir Amerikan filmi, nasıl olur da bir Türk makamıyla başlar? Sert sahneler, silahlı adamlar, retro kıyafetler, bol bol diyalog… Batılı kulaklara sadece egzotik bir tını gibi gelebilir, ancak Pulp Fiction filminin ilk sahnesi, hiç de yabancı olmadığımız ve bizi yerimizden fırlatan bir gitar melodisiyle açılır; “Misirlou”. O ezginin içinde Hicaz makamının kadim hüznü, Arap dünyasının kıvrak melodileri ve Rum taverna müziğinin sesi gizlidir.  Tarantino, kültürel bir şaka yapar gibi bu müzikle dengeleri alt üst eder. Aslında, Rum, Türk ve Arap etkisindeki müziği, Amerikan “surf rock” ile çarpıştırır. Ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz.

Müziği ile hatırlanan ve hafızalara kazınan Quentin Tarantino’nun 1994 yapımı Pulp Fiction filmi, postmodern sinemanın mihenk taşlarından biri olur ve bize aynı zamanda müzik kullanımında gösterdiği titizlik ve seçicilikle bir tür kültürel müzik arkeolojisi sunar. Bir etnomüzikolog olarak ele aldığımda, filmin soundtrack’i, Amerikan popüler müziğinin farklı dönemlerinden sesleri bugüne taşıyan, bu sesleri sahne bağlamında yeniden işlevselleştiren bir kültürel hafızadır. Tarantino’nun müzik kullanımı, yine sadece atmosfer yaratmakla sınırlı değildir. Karakterlerin ruh halleri, kültürel kökenleri ve hatta anlatının yapısına dair ipuçları verir. Örneğin Dick Dale’in Misirlou parçası ile açılış sekansı, yalnızca filmin enerjisini belirlemekle kalmaz, aynı zamanda Hicaz makamının motiflerini surf rock ile harmanlayarak küreselleşmiş müziğin postmodern bir ifadesini sunar. Bu parça, kültürel kimliklerin batı popüler müziği içinde nasıl yeniden bağlamlandırıldığını gösteren güzel bir örnektir. Soundtrack’a detaylı baktığımda görüyorum ki, soul, rock’n’roll, surf rock ve country türlerini içeren bir çeşitlilik de mevcut. Bu çeşitlilik, Tarantino’nun anlatı yapısındaki parçalanmışlıkla da paralellik gösterir. Müzikler, bir zaman akışını değil, hafızada yer eden yankılar gibi sahneler arasında sıçrayan bir düzenle çok profesyonelce kurgulanmıştır. Bu da müziği sadece işitsel bir öğe değil, filmin kurgusal yapısına entegre olmuş ritmik bir anlatım aracı haline getirir. Filmin müziklerine, “otoritelerce onaylanmış yüksek sanat” kategorisinde bakılmamalıdır. Müzikler, gündelik hayatın, yani halk müziklerinin ve popüler müziğin kesişim noktasına yaslanmasıdır. Bu da filmin müziğini, kültürel üretimin hiyerarşik yapıları dışında değerlendirmemiz gerektiğini anlatır.

Peki ya Hicaz Makamı?

Orijinal versiyonları incelendiğinde, bu melodi gerçekten de Hicaz makamına oldukça yakındır. Hicaz, özellikle yarım ses ve koma perdeleriyle duygu yoğunluğu yüksek bir makamdır ve Orta Doğu coğrafyasında yaygın olarak kullanılır. Dick Dale’in gitarla icra ettiği versiyonu Batı temperamanına uyarlandığı için makam özellikleri birebir korunmaz; ancak melodik hatlar Hicaz makamının izlerini taşır. Bu, müziğin köken bağlamından kopartılıp yeniden yorumlandığı postmodern bağlamı temsil eder. Filmin müzikleri, kültürel belleğin yeniden yazımı, türler arası geçişlilik ve müzik yoluyla karakter derinliği oluşturulması açısından çok önemli bir örnektir. Aynı zamanda Misirlou gibi parçaların içindeki hicaz benzeri melodik yapılar, kültürlerarası müzikal geçişlerin popüler kültürdeki izdüşümlerini gösterir. Tarantino’nun bu filmindeki müzik seçimleri, sadece atmosfer yaratmakla kalmaz; müziğin tarihsel kökenlerine dair sessiz bir tez sunar. Bu film sadece bir hikâye değil, kültürlerin dansıdır.